5 Haziran 2009 Cuma

Aylardan Mayıs

Aylardan Mayıs...
Belki de bizden başkasının bilmediği bir ezgiyle, topuklarını yere vura vura yağan yağmurlar bitti.. Güneş alnından öptü toprağın, rüzgar kıpırdandıkça sevda kokusu yaydı. Göçmen kuşlar yazlıklarını tamir etme telaşında. Yapraklar iyice yerleşti dallardaki yerlerine ve çiçekler ikinci deminde...
Aylardan Mayıs...
Bizim için gitmek zamanı...

Ne güzel bir ana-oğulduk biz! Ne güzel çıkardı hayata karşı sesimiz. Sen Sosruko, ben Seteney. Nasıl da benzerdi birbirine yüreklerimiz... Sen erkektin ben kız. Sen çok konuşurdun, ben az. Ben çok ağırbaşlıydım, sen yaramaz. Sen şiir yazardın , ben şiir okurdum; sen hayal kurardın, ben gerçeğini bulurdum; ben ağlardım, sen güldürürdün... Ağız dolusu bir gülümseme

Uzak

-Nereye bakıyorsun, diye sordu kız?

-Uzaklara, dedi adam.

-Uzakta ne var?

-Dağlar...

Birlikte uzun uzun dağlara baktılar.
Gideceğini bilmiyordu o vakit; gittikten sonra öğrendi. Kar yağdı güvendiği dağlara, kar suyunu kömüş içti...

-Kömüş nerde?

-Dağa kaçtı.

-Dağ nerde?

-Yandı bitti kül oldu...

Hayatı çevirirken kız kendi diline, gittikten sonra öğrenmenin adını, “uzak” koydu...

Öykü Atölyesi/2004

Bir Akıl Hikayesi

“Tarzaaaaaaaaaaaaaaaaaannnnn”
Ellerini, omuz hizasında iki yana açıp, parmaklarını ağır ağır şaklatarak Zeybek oynamaya başladı. Sandalyelerini birbirlerine değil, masalarına değil yola çevirip, bütün gün yolu izleyen kahvedekiler, alışkın bakışlarla seyrettiler ortalıkta dönüp duran adamı.Gülmeye üşendiler.
“Tarzaaaaaaaaaaaaaannnnnnnnnn”
Yıllardır aynı kahvede, aynı sandalyelerin üzerinde beklemekten heykelleşmiş yüzlere,kir-pas içindeki bedenine dokunmamak için yanından geçerken geniş yaylar çizen temiz-pak bedenlere, ortalıkta dönüp duruşuna gülen çocuklara aldırmadan, uzun uzun Zeybek oynadı Tarzan. Oyunu bittiğinde,

azap

Hangi kapısından girsem zamanın, karşıma hep aynı geniş oda çıkıyor. Aynı karagözlü kız, bir eliyle bir tutam saçını kıvırarak yüzüme bakıyor. Usulca kapatıp kapıyı dışarı atıyorum bedenimi, kendime yeni bir çıkış aramaya başlıyorum...
Elimdeki mührü zarfların büyüklüklerine aldırmadan ardarda bastım.Yazıların okunmadığı, mürekkep lekelerinden oluşan bir çember çıktı zarfların üzerine. Bir sepette biriken zarfları kaldırıp üst kattaki odalardan birine taşıdım. Geri döndüğümde, masamın üzerinde mühürlenmemiş bir sepet dolusu zarf vardı. Masama oturdum, sandalyemde sağa sola yaylanmaya başladım. Telefon çaldı. Ahizeyi kaldırıp karşıdaki sesi yanıtladım. Konuşma bittiğinde çay ocağını arayıp bir bardak çay istedim. Kısa saçlarını jöleyle dikken diken yapmış çaycı çocuk çayımı getirdi. İçtim. Çay tabağına içtiğim çayın bedeli olan kağıt fişi bıraktım. Elime mührü alıp zarfları tek tek mühürlemeye başladım. Bütün zarflar bittiğinde sepeti alıp üst kattaki odaya çıktım. Daha önce getirdiğim zarflar yerinde yoktu. Zarflarla dolu sepeti masanın üzerine bırakıp dışarı çıktım. Merdivenlerden inerken bu gün ki işini bitirip