13 Eylül 2009 Pazar

Sevgili Öğretmenim,

Sana ilk görev yerinden; Gölpazarı’ndan yazıyorum. Satırlar arasında karşılıklı oturup birer kahve içmek, biraz söyleşmek, biraz dertleşmek, geçmişi anıp biraz tebessüm edebilmek için... Telefonların ceplerde taşınmaya, mektupların bilgisayarlarda yazılıp İnternet aracılığı ile yollanmaya başladığı gençliğinden, belki de ‘mektup’ sözcüğünün sadece kitaplarda kaldığı orta yaşlılığına bir selam yollamak amaç, bir ‘merhaba’ demek. Öğretmenim, sana otuz yıl öncesinden bir mektup almanın, zarfı özenle açmanın, satırları tekrar tekrar okumanın doyulmaz tadını hediye etmek için geldim.

Büyücüye...

Ben bir intihar artığıyım ve sen belki de bir intihara gebe...

Yaşamın en basit tılsımı, bir bardak çayın tadını keyifle bölüşebilmenin hazzı bizi aynı masada tutuyor, bir akşamüzeri. Dışarıda yağmur yağıyor. Az önce yollara bıraktığımız izler ıslanıyor. İzlerimizin üzerini kaplayan tozlar ıslanıyor. Şehir arınıyor; kimse bilmiyor.

Bilmiyorlar; ben bir intihar artığıyım ve sen belki de bir intihara gebe.Şekeri çayımıza, çayı hayatımıza katıp tatlandırıyoruz , bilmiyorlar...

Ben bir intihar artığıyım !

Bütün olamam artık, parça bile olamam. Yaşama yeğlenmiş bir ölümün ardında bıraktığı en yarım kalmış telaşım ben. İşte bu yüzden

11 Eylül 2009 Cuma

BİR YERLİNİN İTİRAFLARI-10

“Tak etti canıma bu maskeli balo
Bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri...”

Derya çığlık çığlığaa şarkı söylüyor. Aslında ben de çığlık çığlığa şarkı söylüyorum ama benim sesim duyulmuyor. İşte bu çok adaletsiz... Onun mikrofonu var, benim yok. İkimizde aynı şarkı sözlerini söyleyerek bağırıyoruz; ama herkes bana değil ona eşlik ediyor. İkimiz de derya’yız ama herkes onun derinliğine doğru yüzüyor. Ben bile...

“Çocuklardık
Parlak yıldızlardık o zamann...”

Sesimden rahatsız oluyor yanımdaki arkadasım. Kötü! Ben de biliyorum; ama şarkı söylemeyi seviyorum. Zaten onun sesi de pek güzel sayılmaz. Olsun, sesi güzel olmasa da olur. Konserden konsere duyuyorum zaten onun sesini. O bana mesajlar atıyor. Okuduğu bir kitapta

5 Haziran 2009 Cuma

Aylardan Mayıs

Aylardan Mayıs...
Belki de bizden başkasının bilmediği bir ezgiyle, topuklarını yere vura vura yağan yağmurlar bitti.. Güneş alnından öptü toprağın, rüzgar kıpırdandıkça sevda kokusu yaydı. Göçmen kuşlar yazlıklarını tamir etme telaşında. Yapraklar iyice yerleşti dallardaki yerlerine ve çiçekler ikinci deminde...
Aylardan Mayıs...
Bizim için gitmek zamanı...

Ne güzel bir ana-oğulduk biz! Ne güzel çıkardı hayata karşı sesimiz. Sen Sosruko, ben Seteney. Nasıl da benzerdi birbirine yüreklerimiz... Sen erkektin ben kız. Sen çok konuşurdun, ben az. Ben çok ağırbaşlıydım, sen yaramaz. Sen şiir yazardın , ben şiir okurdum; sen hayal kurardın, ben gerçeğini bulurdum; ben ağlardım, sen güldürürdün... Ağız dolusu bir gülümseme

Uzak

-Nereye bakıyorsun, diye sordu kız?

-Uzaklara, dedi adam.

-Uzakta ne var?

-Dağlar...

Birlikte uzun uzun dağlara baktılar.
Gideceğini bilmiyordu o vakit; gittikten sonra öğrendi. Kar yağdı güvendiği dağlara, kar suyunu kömüş içti...

-Kömüş nerde?

-Dağa kaçtı.

-Dağ nerde?

-Yandı bitti kül oldu...

Hayatı çevirirken kız kendi diline, gittikten sonra öğrenmenin adını, “uzak” koydu...

Öykü Atölyesi/2004

Bir Akıl Hikayesi

“Tarzaaaaaaaaaaaaaaaaaannnnn”
Ellerini, omuz hizasında iki yana açıp, parmaklarını ağır ağır şaklatarak Zeybek oynamaya başladı. Sandalyelerini birbirlerine değil, masalarına değil yola çevirip, bütün gün yolu izleyen kahvedekiler, alışkın bakışlarla seyrettiler ortalıkta dönüp duran adamı.Gülmeye üşendiler.
“Tarzaaaaaaaaaaaaaannnnnnnnnn”
Yıllardır aynı kahvede, aynı sandalyelerin üzerinde beklemekten heykelleşmiş yüzlere,kir-pas içindeki bedenine dokunmamak için yanından geçerken geniş yaylar çizen temiz-pak bedenlere, ortalıkta dönüp duruşuna gülen çocuklara aldırmadan, uzun uzun Zeybek oynadı Tarzan. Oyunu bittiğinde,

azap

Hangi kapısından girsem zamanın, karşıma hep aynı geniş oda çıkıyor. Aynı karagözlü kız, bir eliyle bir tutam saçını kıvırarak yüzüme bakıyor. Usulca kapatıp kapıyı dışarı atıyorum bedenimi, kendime yeni bir çıkış aramaya başlıyorum...
Elimdeki mührü zarfların büyüklüklerine aldırmadan ardarda bastım.Yazıların okunmadığı, mürekkep lekelerinden oluşan bir çember çıktı zarfların üzerine. Bir sepette biriken zarfları kaldırıp üst kattaki odalardan birine taşıdım. Geri döndüğümde, masamın üzerinde mühürlenmemiş bir sepet dolusu zarf vardı. Masama oturdum, sandalyemde sağa sola yaylanmaya başladım. Telefon çaldı. Ahizeyi kaldırıp karşıdaki sesi yanıtladım. Konuşma bittiğinde çay ocağını arayıp bir bardak çay istedim. Kısa saçlarını jöleyle dikken diken yapmış çaycı çocuk çayımı getirdi. İçtim. Çay tabağına içtiğim çayın bedeli olan kağıt fişi bıraktım. Elime mührü alıp zarfları tek tek mühürlemeye başladım. Bütün zarflar bittiğinde sepeti alıp üst kattaki odaya çıktım. Daha önce getirdiğim zarflar yerinde yoktu. Zarflarla dolu sepeti masanın üzerine bırakıp dışarı çıktım. Merdivenlerden inerken bu gün ki işini bitirip